ANA
SAYFA
SPİL YOLLARA
DÜŞTÜM YAKAMOZ BODRUM'DAN
KALKAN'A AH
GÜZEL İSTANBUL BİR
İSTANBUL SABAHI ALBÜM
(AİLE) ALBÜM
(EŞ-DOST) ALBÜM
(İŞ-GÜÇ)
ÇİZİKTİRMELER ŞİİRİMSİ İPEK
KANATLAR
KOMŞU
BAĞI HOŞÇAKAL
LİMANI
İLETİLER
ELEK
ATA
DAĞARCIK BAŞKA |
Hikaye bir şehrin sabahında başlar. Gün ağarmaktadır ama belli de
olmaz, gece de yaşanır bu şehirde hayat gündüz de, insanlar ne zaman
sabah oldu ne zaman akşam anlayamazlar.
Boğaziçi kendi gizinde sakindir oysa ama koca
koca gemiler zorlar gizini büyüsünü. Gravürlerin çekiciliği sanatından
mıdır yoksa gerçekliğinden mi bilinmez hep o eski özlenir ne hakkın
hikmetiyse.
Bu gün de bir Boğaziçi günü işte. Köprü ağırlığıyla
arabaların, radyolardan yükselen yol ve trafik haberleri arasındaki nay
nay nomlara direksiyona parmak vurarak eşlik eden şoförlerin sabrıyla
ya da sabırsızlığıyla karşılar yeni günü. Acaba derdi miydi bunca
tantana? O hep kartpostallara resim olmak, zarftan çıkınca bakan gözlerin
parıldadığını hayal etmek istiyordu belki de; kendine mi yoksa zarfı
açanın hasretine mi kıvılcım çakmıştı bilemeden.
Oysa daha dün akşam olmamış mıydı, kar yağmamış
mıydı; nereye gitti dünün akşamı, karı buzu bu şehrin. Kıpkızıl
batmıştı güneş, milyonlar yaşamıştı, kafasını çevirip
bakabilen görmüştü akşamı ama çoğu ekmek derdinde...
Derdi olmayan da dertsizlikten belki kendi dünyasında
seni yaşayan kaç kişi var ey İstanbul, seni bilip de seven kaç kişi
var?
Biz ufak motorlara binerdik eskiden, çok sallardı
lodos bile olmasa; ben korkmazdım da abim korkardı. Korkak olan bendim
oysa o günlerde, belki de korkmadığım tek şey buydu o yüzden daha
bir zevk alırdım o motorlara binmekten. Şimdilerde devasa motorlar
kondu sefere, artık kimse korkmuyor. Benim de bir 'üstün' yanım böylece
tarih oldu...
Ama gece hep korkuturdu beni, benim korkularım vardı;
kimse öğretmemişti bunu, ben bulup çıkarıyordum bir yerlerden. Çok
sonraları öğrendim Boğaz'ın ışıltısını, dolunayı mehtabı...
'Karanlık sulara gömüldüler' diye yazardı
gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, ben korkardım boğazın karanlık
sularından, soğuktur da o karanlık sular; ama denizin sıcağı güzel
olur mu?
Loş olur boğaz otobüsleri, fazla ışısa cama
vurur aksi de göremezsin manzarayı; her gördüğünde bu kadar mı
bambaşkadır, bu kadar mı farklı bir yanı bulup çıkarılır bir
pencereden denizin. Deniz de deniz ama, ne ufku var ne dalgası, biz
denize değil Boğaz'a vurgun bir neslin devamıyız.
Ufku hiç sevemedim ben... Ben bir köprü geçimi
kadar yakında olan karşı kıyıları sevdim.
Hele yürüyerek geçtin mi karşı tarafa boyut
değiştirmiş gibi olursun, hani nasıl desem, başka bir masala girersin
bu şehirde. Tamam, kiri-pisi, ayısı-magandası da var ama cümbüşü
yeter be dostum, tarihi yeter.
Biz de tarih olmuyor muyuz, neden gidip de
silinmiş bir memlekette yok olayım İstanbul'da kaybolup İstanbul'la yücelmek
varken? Neden kendimi bundan mahrum bırakayım?
Eskiden Galata Köprüsü sallanır dururdu
dubalar üstünde, şimdi sağlam kazığa bağladılar. Artık bağlantı
aparatlarından geçerken eski dolmuşların yarattığı takırtı yok.
Hiçbir şey eskisi gibi değil, olamaz da ve hatta olmamalı da belki;
hayat devam etmeli, her varlık devrini tamamlamalı sanki. Dünyayı
sabitlemenin ne espirisi var ki; 'hep aynı'lık sıkmaz mı insanı bir süre
sonra? Balık tutan insanlar olmazsa olmaz bu şehirde ama insanlar balık
tutmasa olmaz mı? Neden kancasına taktıkları kurtçukların sevdasına
düşmüş balıkların damaklarını bir kancaya takmaktan bu kadar büyük
bir zevk alır insanoğlu? Çırpındıkça nasıl da parlar gözler de ayıklanır
oltalar aşk ile şevk ile. Hadi balık bilmez diyoruz yaptığının
eziyet olduğunu kurtçuğa da balık tutan adam evine peynir zeytin götürse
olmaz mı? Hadi hepsinden geçtim, o da rızkını çıkaracak evinin, hiç
olmazsa kancaya takılan her balıkta içi biraz olsun sızlasa da 'dünya
böyle ben ne yapayım?' dese olmaz mı...
Aç karnını doyuramayan bir millet nasıl dalsın
da gitsin büyüsüne bu şehrin. Çoluğuna çocuğuna bakacağım diye
onca eziyete katlanan insanoğlu nasıl tatsın zevkini burada olmanın.
Bu şehrin sefasını bir öğrenciler yaşar bir de varlıkları yokluk
nedir bilmeyenler... Herkes yaşar bu şehirde ama herkes onlar kadar yaşayamaz.
Sefaletini bilir misin sen bu şehrin, yokluğu
bilir misin? İskelene vapur uğramaz artık bir de çaptan düşmüşsen,
kimse kapını açmaz; bir bencillik almış yürümüş, ben ben diye
inler insanoğlu...
Ben mi çocuktum da dünyam pespembeydi yoksa gerçekten
mi paylaşmayı severdi bu insanlar, bunu hiç öğrenemeyeceğim...
Komşusu açken tok yatan bizden değil ya
nereden bileceğiz komşumuzun gözünün aç olup olmadığını bizim gözümüz
tokken, neden birbirinin içine girdi bunca şey de içinden çıkılmaz
bir hal aldı? Büyüyor muyuz, hayatı mı anlamaya başlıyoruz yoksa.
Neyse, konumuz bu değil, konumuz İstanbul'da bir sabah...
İstanbul'da sabah olunca yeni doğmuş bir bebeğin
önlenemez hücre çoğalmaları gibi çoğalır sokakta İstanbullu; karınca
sürüsü gibidir. Bu şehrin en güzel sürüleriyse martılar... Martılar
olmasaydı benim şehrim eksik kalırdı arkadaşım... Vapura mı sevdalıdır
bu martılar yoksa atılan simitlere mi bilinmez. Bu kadar resimsi bir
varlığın sesi bu kadar mı kuşluktan uzak olur, resim gibidir martılar.
Onlar da balık derdinde elbette, acımaz, dalar yerler bulurlarsa,
bulamazlarsa oltalara ortak olurlar. İstanbullu dediğin sever martıları,
simidini bölüşür, balığını paylaşır martılarla... Ben de
severim martıları, her mektubumun köşesine iliştiriveririm bir martı
resmi. Sembolüm, rumuzum martılardır ama anladım ki geçende, ben martı
değilim, martı severim ben; ne sevmesi dostum, ben taparım martıya...
Deniz köpüğü üstü bir martı kanadı ver
bana, başka da birşey verme. Bana kaderimi ver İstanbul, martımı
sarayım omzuma, yaslanıp seyrine dalayım... Bir kurtulamadık geceden,
yaşayamadık şu hikayede sabahı, kurtulmak isteyen kim, dedik ya sırası
yok bu şehrin; haydi geceyi yaşayalım... Benim Ortaköy'ümde tahta
masalar vardı bir ayağı kısa, langur lungur sallanan, sandalyeleri de
öyle, en tatlı yerinde sohbetin çay dökülecek diye bölünürdü
sohbetler tabağa. O zamanlar cafe-barlar yoktu da kahvehaneler vardı, çay
bahçeleri vardı kızlı erkekli gidilen. Ucuz kitaplar gerçekten ucuzdu
ama o zaman da paramız yoktu...
Ben de o kadar eskisi değilim bu şehrin, doğdum
doğalı buradayım ama 'hey gidi günler' demek için daha vakit var sanıyordum,
yokmuş; dün dediğin hey gidi günler demek için anılar rafına kaldırılmış.
Bu şehirde hayat gün be gün yaşanırmış, dün dediğin tarihmiş meğerse,
hasret düne dairmiş. Gecesi laciverttir bu şehrin akşamlarının...
Yoruldunsa soluklan biraz, korkma yutmaz seni bu
şehir, sen benim peşime takıl, ben bilirim gizini kuytusunu. Bazen en
ulu orta yerdedir kuytular, ne gelen bilir bunu ne de geçen, dedim ya
dostum sen bana takıl. Gel asılalım küreklere, Sadabad'e gidemeyiz
belki serv-i revanım ama şöyle bir turlasak açılırsın limanın
ucuna kadar. Kürek çekmeyi de bilmezsin benim gibi sen de şimdi; olsun
böylesi daha güzel, fazla asılır da havalandırırız kürekleri, ıslanırız
iyi mi? Hem denize değdikçe ellerin, nasıl ferahlarsın bilir misin? Ya
da bir sahile gidelim, arkamızda önümüzde akıp gitsin bu şehir, biz
yüreklerimizde süzülelim. Martılar eşlik ederler korkma; hem ben de
varım yanında, gel şöyle bir turlayalım anılar limanında. Son gemi
de kalkıp gitmesin şimdi, anılar silinmesin...
Ama
hep anılarla yaşanmaz ki, gel biz geceyi yaşayalım. Bu şehrin bir de
nesini severim bilir misin? Herkese yer var gecesinde. Dilersen git Eyüp
Sultan'a tövbelere tövbeler katmak için, istersen Beyoğlu'nda ye iç eğlen
tepin. Dilersen kapat kapını evinde dostlarınla sohbet et, ya da daral
gelsin içine in sahile, çayını yudumla da yutkun güzelliğine şehrin.
Kim ne derse desin benim şehrim çay şehridir; insanlar ne rakı
sunarlar adama misafirlikte ne de nescafe. 'Çay alır mısın?' en sıcak
sorudur belki de hayatımızda. Bir bardacık şöyle kıvamında... Kızma
hemen, iç rakını, çek nescafeni cappucinonu dostum ama bunlar gündelik
hayatın değil özlemlerin susuzluğudur; ben köşe başı gündelik
hayatların hikayesini anlatıyorum. Yoksa her İstanbullunun hayalidir
eski bir iskelede şöyle rakı peynir... Haliç'i gecedir güzelleştiren
ve insandır çirkinleştiren gündüzün Bu şehir bizi seviyor mudur
dersin? Camisi olmasa yine güzel olur muydu İstanbul, sen ben olmasam? Köprüsü
olmasa, vapuru olmasa... Martılar ne yer ne içerdi bizsiz, biz olmasak
ne yapardı onlar, ama en çok bu şehir?
İstanbul'da sabahtı hikayemiz. İşte sana
sabah, gün doğuyor, insanlar yollarda. Akşamın hayali yok diyemezsin;
iş çıkışını hayal ediyor İstanbullu, okul bitimini. Uykusuz
gecenin hasretine ne erken uyku yeminleri ediliyor kendi kendine... Bir gün
daha benim şehrimde işte. Ne paralar, ne yokluklar dönecek yine; ne acılar
ne mutluluklar. Herkese yer var bu şehirde; sevenine olduğu kadar
sevmeyenine de... Biz bu şehre yakışıyor muyuz dersin, biz İstanbul'u
yaşıyor muyuz?
Sabah oldu, yaşayalım haydi, yaşayalım dibine
kadar bu şehri. Ama bekleyelim, iş çıkışına kadar şimdi...
Salacak'a in, çayını yudumla işte, seyret Kızkulesini, Topkapı Sarayını...
Vapurlar da akar gider önünden. Kaç bin yılın birikimi bunlar, hangi
emeklerin. Yazık değil mi bu şehre, sevmek gerekmez mi. O böyle güzelken,
onu görmemek, onu yaşamak olur mu hiç? Onu sevmemek... İstanbul'da bir
akşam, şehir huşusuna kavuşmuş, eğlenenler dalgasında, deniz kendi
dalgasında. Kimi hiçbir şeyden habersiz televizyon sevdasında. Ama bu
şehir ekranlardan seyredilmez ki dostum.
Çık
ve şehrini yaşa...
medigo
10/02/2000
Kadıköy/İSTANBUL
|