İŞİM         GÜCÜM BUDUR BENİM GÖKYÜZÜNÜ BOYARIM HER SABAH HEPİNİZ         UYKUDAYKEN UYANIR BAKARSINIZ Kİ MAVİ...

www.medigo.com.tr.tc

medigo@rt.net.tr
ICQ:22241084

ALBÜM (İŞ-GÜÇ)


Ben daha çiçek kadarken
Açtım
Sonra sevdam kadar oldu taç yaprakarım
Bir martı kanadı tutunduğum
Kuşlarla değil
Ekmek kavgasında kaybolmaktan korktum

ANA SAYFA

  SPİL

YOLLARA DÜŞTÜM

YAKAMOZ

BODRUM'DAN KALKAN'A

AH GÜZEL İSTANBUL

BİR İSTANBUL SABAHI

ALBÜM (AİLE)

ALBÜM (EŞ-DOST)

ALBÜM (İŞ-GÜÇ)

  ÇİZİKTİRMELER

ŞİİRİMSİ

İPEK KANATLAR

  KOMŞU BAĞI

HOŞÇAKAL LİMANI

  İLETİLER

  ELEK

  ATA

DAĞARCIK

BAŞKA

ileri/geneks     Lisede elektronik okudum kazara. Sonra kitap okuma aşkıyla felsefe üniversitede. Ardından tez aşamasında tezden alınmamış ağıraksak bir halkla ilişkiler master'ı sürüncemede bırakılan. Ve şimdilerde zevkine okunan bir turizm otelcilik?
     Aslında hep bir mimar olmak isterdim...
     Güzel sanatlara eğilimim oldu hep; yazayım çizeyim istedim. Maketler yapardım çocukken, öyküler şiirler yazardım. Desen çalışmalarım mimari çizimlerim vardı yüzlerce. Kalem biterdi hep dükkanda annemin yanındayken; yokluk vardı o zaman, kızılırdı kalem bitirilince ama annemi hiç suçlamadım...
     Çocukluğum o dükkanda geçti. Hatta üniversite yıllarımda bile. Her okul çıkışı, tüm cumartesiler ve tatil günlerim. Eğer gidilmesi gereken özel bir yer yoksa... Bol bol kitaplar okudum hep. Ödevlerimi orada yaptım. Okuldan çıkıp da evime gittiğimi hiç hatırlamıyorum.
     Lisede Netaş'ta iki yıl yaptığım elektronik stajının ardından hiç umulmadık bir üniversite kazanamama vakası. Oysa Yıldız'da değil de Mimar Sinan'da mimarlık okumak içe yakardığım sınav sonucu bekleme aşamasında, beklemediğim bir anda bir terslik olmuştu anlaşılan.
     O yıl boşta kalmaya dayanamayıp babamın bir tanıdığının aydınlatma mağazasında ilk çaylaklık günleri. Ama hayır bu bana göre değildi. Benim mutlaka üniversite okumam gerekiyordu. Sınavlara bir ay kala işten ayrılıp eve kapandım ve günde sekiz saat çalışarak üniversiteyi kazanmayı başardım.
     Felsefe... Zevkle okudum; dört yıl kendi içimde engin bir yolculuk... Ömrümün en güzel diye adlandırabileceğim dört mükemmel senesi... Üniversite son senede aldığım reklamcılık sertifikası ardından bir şans ve Elcompany'de reklam yazarı olarak çalışmam. Ne zevkti o...
     Ardından dört günde bin sayfa okuyarak girdiğim Halkla İlişkiler Master'ı sınavı ve kazanışım... Ankara'ya yerleşme ama o berbat kente bir türlü alışamama... Yine de ilk yıl dersleri başarıyla veriş ve tez aşamasında bir ara, kendi isteğimle askere gidiş. Askerlik Doğu'da bir dağ başında bir yıl...
   Önce dört ay Eğirdir, Tuzla ve Foça'da demlenme, demde dibin tutması, suyunun kalmaması çaydanlığın ve üzerine koskoca bir yıl kardan toprağı bile göremediğin aylarca... Yine de yaşamdan alınan dersler, yaşama bakmak için binlerce pencere; yine direnmeler yine hayatta kalış, onda yaşamayı gerektirecek bir yanı mutlaka bulma gayreti.
     Sonra hayat bir şekilde gelişti ve kendimi burada, işyerimde buldum. Yönetici adaylığı ile başlayan serüvenle birlikte en çok sevdiğim şey olan trade-marketing'de asistanlıktı başlarda. Sonra hayat gelişti bir şekilde deliler gibi sarıldım işime ama sen ne kadar sarılırsan sarıl karşındaki senin sarmalamalarını önemsemeyebiliyor bazen.
     Hayat yine gelişti başka bir dala konuldu Eğitim Gönüllüleri'nde,sonra, o dalda sıkılındı ve Amerika'ya kapak atıldı. Orada da hedefe ulaşıldı ve binbir umutla yurda dönüldü. Yurdum malum beni ne zaman geliştirmeye yaradı ki döndüğümde yine yarasın? Çok da istemeyerek ilk profesyonel işime döndüm sevdiğim insanların ısrarıyla sonra yeniden işimi sevdim... Çünkü çok sevdiğim insanlar vardı, bir tanesi hepsinden özel. Yine deli gibi bir koşuşturmaca başladı ve yine mizacım gereği herşeye dört elle sarılındı... Rowenta satmak, satışına destek vermek, tüm mutfak çalışmalarında önemli roller üstlendiğini hissetmek doyumsuz bir keyifti çünkü insanların gereksinimi olan birşeyin piyasaya ulaştırılması konusu benim için hep önemli oldu. Ama endeks inatla aşağı dönmeye eğilimli. Ekonomik kriz sakız oldu ağzımıza ayağımıza bağ; her geçen gün sevimsizleşmeye başladı. İşten çıkarmalar, sosyal haklarda kısıtlamalar, "beğenmeyen çalışmasın"ın iması. Hele ki en çok üzüntü duyduğumuz şey; Mecidiyeköy'den Güneşli'ye taşınmamız. Neyse ki orada da güzellikleri bulup çıkarmayı başardım, yeni güzel insanlar tanıdım.
     Ama çok iyi biliyorum ki herşey böylesi kötüye giderken içimdeki enerji ile ayakta duruyordum, yoksa beni ayakta tutabilecek dış etkenler teker teker tükeniyordu.
Ben eğlenerek iş yapmak istiyordum; üstelik tüm ciddiyetimle. Savsaklamalardan hiç hoşlanmadım, çok şükür ki hoşlananlarla da hiç çalışmadım. Hep yapıcı olduk biz, hep onarıcı, çözüm bulucu. Bir de ufkumun daraldığını hissetmeseydim, hayatın hızla tükenmekte olduğunu.
     Yeniliklere bu kadar açken dinazorluklarla uğraşmasaydım, kariyer planı diye birşey olsaydı, kariyer planından geçtim, plan diye birşey olsaydı. Sürekli karmaşaları çözerek işleri yürütmeyi başarsak da kendimizden vermekten gereksiz yere yaşam enerjimizi tüketmesek de "daha ne gibi yenilikler yapabiliriz"i düşünebilseydik. Herkes gibi benim de paraya ihtiyacım vardı ama şükür ki paraya tapanlardan olmadım hiç; o yüzden o kadar yakındır ki bana gökyüzü. Sorumluluk sahibiyim ben, çalışkan ve üretkenim bunu biliyorum ama çalışmanın damarlarımdaki yaşam enerjisini tüketecek birşey olmaması gerektiğini de biliyorum. 
     Kim ne derse desin işe gitmek için sabah altıda kalkmak zorunda olmak bir insanlık suçudur. Cumartesileri rutin olarak işe gelmek motivasyon kaybıdır. Hakedilen tatile özlemi tembellik alameti saymak haksızlıktır eğer çalışman gereken zamanda dişini tırnağına takarak çalışıyorsan. Eleman azaltarak işleri kalan kişilerin üzerine yıkmak da haksızlık ama böylece insan kapasitesinin ne kadar gelişkin olduğunu öğrenme fırsatı buldum.
     Üç marka, iki şirket, satış operasyon, trade marketing, pazarlama, istihbarat ve kısmi muhasebe işlemlerini bir arada götürmek öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş ama imkansız da değilmiş anladım. Üstelik işin en komiği de "işler neden yetişmiyor?" sorusunun sorularak yanıtının havada kalması oldu hep. Oysa bu bir mucizeydi bence ve bizler bu mucizenin yaratıcılarıydık. Ve başarılarına anılmaktansa arapsaçına dönen işlerin arasıra da olsa sekteye uğramasından kaynaklanan eleştirilere maruz kalmak da ayrı bir gülmece konusu oldu benim için. Vicdanım hep rahat oldu.
     Çalışmayı yaşamadan ayrı düşünmüyorum, işyerinde geçirdiğim vakit başka birinin yaşamı değil ben hayatımdan çalıyorum, karşılığında paramı alıyorum. Para? O da ayrı bir muamma. Ne tuhaf birşey zam istemek. İnsanın başarılarını ya da başarısızlıklarını izleyip ona göre yılda en az bir kere performans değerlendirmesi yapılmalıdır benim bildiğim. "Ben zam istiyorum" demek öyle komik geliyor ki bana ama arabesk düzende başka türlü de yürümüyor sanırım işler. Yarı yarıya azalan gelirime karşın korumaya çalışıtım herkes gibi dengelerimi ama bakıyorum başka pencerelerden de o kadar da kötü değil gidişat; kantarın topuzu öyle bir kaçmış ki ben neredeyim başka hayatlar nerede?
     Üniversite bitirmişsin, askerliğini yapmışsın, ingilizceni öğrenmişsin, deneyimin var işleri çatır çatır yürütüyorsun, bilgisayar çocuk oyuncağı, klavye abaküsten basit ama seni görmezden gelerek işlerin kendi gittiğini sanmaları? Oysa işimi çok seviyordum ben, gözümü orada açmıştım ama ufuk neredeydi ya da gördüğüm ufuk bana neyi sağlayacaktı.
   Ben ufukları aşmak istiyorum, kalıbım dar geliyor. İşime odaklanmak kendimi geliştirmek istiyorum. Bir yabancı dil daha öğrenmek zorunda kalmalıyım mesela kişisel gelişime yönelik araştırmalar yapmalıyım. Piyasayı takip edebilmeliyim; yani olgunlaşmalıyım.
     Peki neden bunca koşuşturmaca? Uzat saçlarını çıkar ayakkabılarını tak küpeni güneyde bir tatil kasabasında çay servisi yap, stres atmaya gelmiş insanlarla sohbet et ne var bunda? Ya da çıkar şu öğretmenlik sertifikanı kendini eğitime ada. Kitap yaz, yazamaz mısın? Web üzerine çalış o halde? Neden o anki konumumu geliştirmeye yönelik birşeyler yapılmıyordu peki, ben nerede tıkanıp kalıyorudum. Oysa kendime ne kadar da çok güveniyorum. Akşam onbirde yatmak zorunda kalmayı da sevemedim hiç, gecenin geç saatlerinde açılır hayal gücünün kapakları o an yüreğime neler doğar ama o zaman da sabah uykusuzluk dizboyu gözlerimden akar... Bir tek pazar gününe sıkıştırılmış olamaz hayat.
     Evinden ve kendinden kaçan insanlardır ancak kendini tamamen işe adayanlar. Kendini işe adamak dediğin en çok çalışan olmak demek değildir ki. Eğer her türlü olumsuzluğa rağmen işi vaktinde yetiştirebiliyorsan sen çalışkansındır ama eğer cumartesi günü bile iş yapmadan öylece ekran karşısındaysan dilersen pazar günü de gel ne yazar? Sahi pazar günü de çalışılsa iş yok mudur yapılacak, vardır elbette ama motivasyon denen birşey de var. Yarın'ın tatil olup olmayacağı bile son dakikada belli oluyorsa (neye göreyse artık?) bundan daha komik ne olabilir (ve tatile şükretmekten başka)...
     Yeni şeyler öğrenmeli, herkesin bir görev tanımı olmalı, koca koca adamlar koca koca adamlar olmalı, kendimi az bulmalıyım daha da gelişmeliyim ben, yetinmemeliyim. ... Huzuru ve sessizliği de düşleyebilmeliyim, işte bu yüzdendir hep kaçıp gitmek istemelerim. Özel yaşantım da olmalı benim, kendime hakkınca ayırabileceğim zaman; robottan bir farkım olmalı. Çünkü insan düşünsel bir yaratık sadece sağarak verim elde edilemez ki... Yine de seviyordum işimi, arkadaşlık ilişkilerimi, çünkü dediğim gibi yaşamın bir parçasıdır çalışmak ve işyerinde geçen zamanım. İyi kötü bir para kazanıyorken kazandığım parayı da sonuna kadar hakettiğime inandım; budur beni geceleri onbirde daha yastığa başımı koyamadan uyutan huzur içinde...
     Güneşli'ye taşındığımızdan beri başımın üzerinden geçiyordu uçaklar. Aklımı çelip çelip duruyorlardı. Bir çılgınlık yapmak geliyordu içimden ama dedim ya neden? ...
     Asık suratlı insanları anlayamıyorum ben, ciddiyetle asık suratın ilişkisini hiç kuramayanlardanım çünkü işini ciddiyetiyle ve gülümseyerek yapanlardanım. Dedik ya güzelleştirmek gerek insan ilişkilerini; sevmek gerek sevilmek gerek o yüzden yüzünden tebessümü hiç eksik etmemek gerek. Şükür ki sıkı sıkıya bağlı olduğum insanlar var çevremde, hep elele verip kotarıyordık işleri. Herkes özünde birbirinden farklı, farklı hayallerin peşindeler ama buluşma noktamız o kadar sıcak ve samimi ki bu beni gerçekten çok mutlu ediyor, hayatın bana hediye ettiği güzellikler de var burada, ufuk açıcılar yaşama bağlayıcılar; yoksa çekilir çile olmazdı bu koşuşturmaca.
     Ama o da ne? Bir sihirli değnek dokundu birdenbire ve kendimi yüzlerce işimin arasında en zevk aldığım olanı, pazarlamanın içinde buluverdim bir günde... Satış'tan komple uzaklaşıp, sadece pazarlama ile ilgilendiğim, hatta ithalat ile... Yabancı dilimi kullanabileceğim, anlık ve günlük koşuşturmacaların değil, planlı programlı çalışmaların, vakti saati belli projelerin oluşturulmasının ve uygulanmasının gerektirdiği projeler. Onca yorgunluğun ama buna rağmen başarmış olmanın ardından geliveren bir huzurlu çalışma ortamı? Rüya olabilir miydi bu? Normal insanlar gibi bir çalışma temposu, inanılır gibi değil ama gerçek son dönemde karşıma çıkıveren birdenbire. Tam da gönül bağlarımı koparmışken beni böylesi kararsız bırakıveren bir gelişme... 
     Yine de aklımda martı kanadı? Neresi burası? Yaş otuz diyor çığlıkları. Eğer beyaz yaka ise yirmi yıl sonrası kanatları daha çok çırpmalı, bordo önlükse eğer şöyle bir salto atmalı, bir sahil kasabası ise eğer gün batımını seyredeceğim yer bir ömür hayattan neyi beklediğinin bilançosunu çıkarmalı. Hiç olmadı dönüp bakmadan ardına, uçmalı, uçmalı, uçmalı...
     Beni korkutan kuşların peşine takılıp kaybolmak değil, ekmek kavgasında kendimi kaybetmek asıl çekindiğim. Durup dinlenememek, soluklanamamak belki de ne yaptığımın nerede olduğumun ve hatta nereye gidemediğimin farkına varamamak.
     Bir anlaşma yapmışım, yaşamımın bir bölümünü emeğimi satarak kiralamışım ama unutmamalıyım ki kendimi topyekün teslim ediyor olmamalıyım. Kendi iç dengemi hep korumalıyım. Her akşam iş çıkışı zevkle gidebildiğim bir evim oldu hep; yaşamın renkleri güzel insanlar dediğim dostlarım var; iyi-kötü çalışıp para kazandığım bir işim de vardı; daha ne istiyordum be adam kır dizini otur aşağı değil mi? Değil dostum, hayat bu kadar basit görünse de o kadar basit değil. Yaşam ırmağına şöyle bir dışarıdan baktıkça alışkanlıklarımız, koşullanmalarımız nasıl da benim sandığımız seçimlerimizin içine işlemiş. Nasıl daha iyi olabilirizin derdindeyim ben kendi adıma, o yüzden durup dinlenmeksizin anlatmalarım...
     Dayanıp dinleyebildiysen beni buraya kadar ne ala? Belki anlatabildim söylemek istediklerimi belki anlatamadım ama olsun, ben söyleyeceğimi söyledim ve rahatladım. Bu beyin hiç susmayacak anlaşılan, hep düşünecek ve düşünecek...
     Hadi bakalım, iş başına dedik önce Antalya'nın yolunu tuttuk, sertifikamızı aldık. Sonra da döndük vatanımıza başladık The Ritz-Carlton'da çalışmaya; bakalım yeni hayat neler getirecek? Beraber yaşanıp beraber görülecek... 

     Aşkla

     ...

 

 

    rowenta logo     conti logo   esem logo   tegv logo

Hit Counter

BİR KUŞ UÇUMU KADAR UZAĞIZ BİRBİRİMİZDEN BİR KANAT ÇIRPIMI KADAR YAKIN