ANA
SAYFA
SPİL YOLLARA
DÜŞTÜM YAKAMOZ BODRUM'DAN
KALKAN'A AH
GÜZEL İSTANBUL BİR
İSTANBUL SABAHI ALBÜM
(AİLE) ALBÜM
(EŞ-DOST) ALBÜM
(İŞ-GÜÇ)
ÇİZİKTİRMELER ŞİİRİMSİ İPEK
KANATLAR
KOMŞU
BAĞI HOŞÇAKAL
LİMANI
İLETİLER
ELEK
ATA
DAĞARCIK BAŞKA |
Lisede elektronik okudum kazara. Sonra kitap okuma aşkıyla felsefe üniversitede.
Ardından tez aşamasında tezden alınmamış ağıraksak bir halkla ilişkiler
master'ı sürüncemede bırakılan. Ve şimdilerde zevkine okunan bir
turizm otelcilik?
Aslında
hep bir mimar olmak isterdim...
Güzel sanatlara eğilimim oldu hep; yazayım çizeyim
istedim. Maketler yapardım çocukken, öyküler şiirler yazardım. Desen
çalışmalarım mimari çizimlerim vardı yüzlerce. Kalem biterdi hep dükkanda
annemin yanındayken; yokluk vardı o zaman, kızılırdı kalem
bitirilince ama annemi hiç suçlamadım...
Çocukluğum o dükkanda geçti. Hatta üniversite
yıllarımda bile. Her okul çıkışı, tüm cumartesiler ve tatil günlerim.
Eğer gidilmesi gereken özel bir yer yoksa... Bol bol kitaplar okudum
hep. Ödevlerimi orada yaptım. Okuldan çıkıp da evime gittiğimi hiç
hatırlamıyorum.
Lisede Netaş'ta iki yıl yaptığım elektronik
stajının ardından hiç umulmadık bir üniversite kazanamama vakası.
Oysa Yıldız'da değil de Mimar Sinan'da mimarlık okumak içe yakardığım
sınav sonucu bekleme aşamasında, beklemediğim bir anda bir terslik
olmuştu anlaşılan.
O yıl boşta kalmaya dayanamayıp babamın bir
tanıdığının aydınlatma mağazasında ilk çaylaklık günleri. Ama
hayır bu bana göre değildi. Benim mutlaka üniversite okumam
gerekiyordu. Sınavlara bir ay kala işten ayrılıp eve kapandım ve günde
sekiz saat çalışarak üniversiteyi kazanmayı başardım.
Felsefe... Zevkle okudum; dört yıl kendi içimde
engin bir yolculuk... Ömrümün en güzel diye adlandırabileceğim dört
mükemmel senesi... Üniversite son senede aldığım reklamcılık
sertifikası ardından bir şans ve Elcompany'de reklam yazarı
olarak çalışmam. Ne zevkti o...
Ardından dört günde bin sayfa okuyarak girdiğim
Halkla İlişkiler Master'ı sınavı ve kazanışım... Ankara'ya yerleşme
ama o berbat kente bir türlü alışamama... Yine de ilk yıl dersleri başarıyla
veriş ve tez aşamasında bir ara, kendi isteğimle askere gidiş.
Askerlik Doğu'da bir dağ başında bir yıl...
Önce dört ay Eğirdir, Tuzla ve Foça'da demlenme, demde
dibin tutması, suyunun kalmaması çaydanlığın ve üzerine koskoca bir
yıl kardan toprağı bile göremediğin aylarca... Yine de yaşamdan alınan
dersler, yaşama bakmak için binlerce pencere; yine direnmeler yine
hayatta kalış, onda yaşamayı gerektirecek bir yanı mutlaka bulma
gayreti.
Sonra hayat bir şekilde gelişti ve kendimi
burada, işyerimde buldum. Yönetici adaylığı ile başlayan serüvenle
birlikte en çok sevdiğim şey olan trade-marketing'de asistanlıktı başlarda.
Sonra hayat gelişti bir şekilde deliler gibi sarıldım işime ama sen
ne kadar sarılırsan sarıl karşındaki senin sarmalamalarını önemsemeyebiliyor
bazen.
Hayat yine gelişti başka bir dala konuldu Eğitim
Gönüllüleri'nde,sonra, o dalda sıkılındı ve Amerika'ya kapak atıldı.
Orada da hedefe ulaşıldı ve binbir umutla yurda dönüldü. Yurdum
malum beni ne zaman geliştirmeye yaradı ki döndüğümde yine yarasın?
Çok da istemeyerek ilk profesyonel işime döndüm sevdiğim insanların
ısrarıyla sonra yeniden işimi sevdim... Çünkü çok sevdiğim
insanlar vardı, bir tanesi hepsinden özel. Yine deli gibi bir koşuşturmaca
başladı ve yine mizacım gereği herşeye dört elle sarılındı...
Rowenta satmak, satışına destek vermek, tüm mutfak çalışmalarında
önemli roller üstlendiğini hissetmek doyumsuz bir keyifti çünkü
insanların gereksinimi olan birşeyin piyasaya ulaştırılması konusu
benim için hep önemli oldu. Ama endeks inatla aşağı dönmeye eğilimli.
Ekonomik kriz sakız oldu ağzımıza ayağımıza bağ; her geçen gün
sevimsizleşmeye başladı. İşten çıkarmalar, sosyal haklarda kısıtlamalar,
"beğenmeyen çalışmasın"ın iması. Hele ki en çok üzüntü
duyduğumuz şey; Mecidiyeköy'den Güneşli'ye taşınmamız. Neyse ki
orada da güzellikleri bulup çıkarmayı başardım, yeni güzel insanlar
tanıdım.
Ama çok iyi biliyorum ki herşey böylesi kötüye
giderken içimdeki enerji ile ayakta duruyordum, yoksa beni ayakta
tutabilecek dış etkenler teker teker tükeniyordu. Ben
eğlenerek iş yapmak istiyordum; üstelik tüm ciddiyetimle.
Savsaklamalardan hiç hoşlanmadım, çok şükür ki hoşlananlarla da hiç
çalışmadım. Hep yapıcı olduk biz, hep onarıcı, çözüm bulucu.
Bir de ufkumun daraldığını hissetmeseydim, hayatın hızla tükenmekte
olduğunu.
Yeniliklere bu kadar açken dinazorluklarla uğraşmasaydım,
kariyer planı diye birşey olsaydı, kariyer planından geçtim, plan diye
birşey olsaydı. Sürekli karmaşaları çözerek işleri yürütmeyi başarsak
da kendimizden vermekten gereksiz yere yaşam enerjimizi tüketmesek de
"daha ne gibi yenilikler yapabiliriz"i düşünebilseydik. Herkes
gibi benim de paraya ihtiyacım vardı ama şükür ki paraya tapanlardan
olmadım hiç; o yüzden o kadar yakındır ki bana gökyüzü. Sorumluluk
sahibiyim ben, çalışkan ve üretkenim bunu biliyorum ama çalışmanın
damarlarımdaki yaşam enerjisini tüketecek birşey olmaması gerektiğini
de biliyorum.
Kim ne derse desin işe gitmek için sabah altıda
kalkmak zorunda olmak bir insanlık suçudur. Cumartesileri rutin olarak işe
gelmek motivasyon kaybıdır. Hakedilen tatile özlemi tembellik alameti
saymak haksızlıktır eğer çalışman gereken zamanda dişini tırnağına
takarak çalışıyorsan. Eleman azaltarak işleri kalan kişilerin üzerine
yıkmak da haksızlık ama böylece insan kapasitesinin ne kadar gelişkin
olduğunu öğrenme fırsatı buldum.
Üç marka, iki şirket, satış operasyon, trade
marketing, pazarlama, istihbarat ve kısmi muhasebe işlemlerini bir arada
götürmek öyle sanıldığı kadar kolay değilmiş ama imkansız da değilmiş
anladım. Üstelik işin en komiği de "işler neden yetişmiyor?"
sorusunun sorularak yanıtının havada kalması oldu hep. Oysa bu bir mucizeydi bence ve bizler bu mucizenin yaratıcılarıydık. Ve başarılarına
anılmaktansa arapsaçına dönen işlerin arasıra da olsa sekteye uğramasından
kaynaklanan eleştirilere maruz kalmak da ayrı bir gülmece konusu oldu
benim için. Vicdanım hep rahat oldu.
Çalışmayı yaşamadan ayrı düşünmüyorum,
işyerinde geçirdiğim vakit
başka birinin yaşamı değil ben hayatımdan çalıyorum, karşılığında
paramı alıyorum. Para? O da ayrı bir muamma. Ne tuhaf birşey zam
istemek. İnsanın başarılarını ya da başarısızlıklarını izleyip
ona göre yılda en az bir kere performans değerlendirmesi yapılmalıdır
benim bildiğim.
"Ben zam istiyorum" demek öyle komik geliyor ki bana ama
arabesk düzende başka türlü de yürümüyor sanırım işler. Yarı
yarıya azalan gelirime karşın korumaya çalışıtım herkes gibi
dengelerimi ama bakıyorum başka pencerelerden de o kadar da kötü değil
gidişat; kantarın topuzu öyle bir kaçmış ki ben neredeyim başka
hayatlar nerede?
Üniversite bitirmişsin, askerliğini yapmışsın,
ingilizceni öğrenmişsin, deneyimin var işleri çatır çatır yürütüyorsun,
bilgisayar çocuk oyuncağı, klavye abaküsten basit ama seni görmezden
gelerek işlerin kendi gittiğini sanmaları? Oysa işimi çok seviyordum
ben, gözümü orada açmıştım ama ufuk neredeydi ya da gördüğüm
ufuk bana neyi sağlayacaktı.
Ben ufukları aşmak istiyorum, kalıbım dar
geliyor. İşime odaklanmak kendimi geliştirmek istiyorum. Bir yabancı
dil daha öğrenmek zorunda kalmalıyım mesela kişisel gelişime yönelik
araştırmalar yapmalıyım. Piyasayı takip edebilmeliyim; yani olgunlaşmalıyım.
Peki neden bunca koşuşturmaca? Uzat saçlarını
çıkar ayakkabılarını tak küpeni güneyde bir tatil kasabasında çay
servisi yap, stres atmaya gelmiş insanlarla sohbet et ne var bunda? Ya da
çıkar şu öğretmenlik sertifikanı kendini eğitime ada. Kitap yaz,
yazamaz mısın? Web üzerine çalış o halde? Neden o anki konumumu
geliştirmeye yönelik birşeyler yapılmıyordu peki, ben nerede tıkanıp
kalıyorudum. Oysa kendime ne kadar da çok güveniyorum. Akşam onbirde
yatmak zorunda kalmayı da sevemedim hiç, gecenin geç saatlerinde açılır
hayal gücünün kapakları o an yüreğime neler doğar ama o zaman da
sabah uykusuzluk dizboyu gözlerimden akar... Bir tek pazar gününe sıkıştırılmış
olamaz hayat.
Evinden ve kendinden kaçan insanlardır ancak
kendini tamamen işe adayanlar. Kendini işe adamak dediğin en çok çalışan
olmak demek değildir ki. Eğer her türlü olumsuzluğa rağmen işi
vaktinde yetiştirebiliyorsan sen çalışkansındır ama eğer cumartesi
günü bile iş yapmadan öylece ekran karşısındaysan dilersen pazar günü
de gel ne yazar? Sahi pazar günü de çalışılsa iş yok mudur yapılacak,
vardır elbette ama motivasyon denen birşey de var. Yarın'ın tatil olup
olmayacağı bile son dakikada belli oluyorsa (neye göreyse artık?)
bundan daha komik ne olabilir (ve tatile şükretmekten başka)...
Yeni şeyler öğrenmeli, herkesin bir görev tanımı
olmalı, koca koca adamlar koca koca adamlar olmalı, kendimi az bulmalıyım
daha da gelişmeliyim ben, yetinmemeliyim. ... Huzuru ve sessizliği de düşleyebilmeliyim,
işte bu yüzdendir hep kaçıp gitmek istemelerim. Özel yaşantım da olmalı
benim, kendime hakkınca ayırabileceğim zaman; robottan bir farkım
olmalı. Çünkü insan düşünsel bir yaratık sadece sağarak verim
elde edilemez ki... Yine de seviyordum işimi, arkadaşlık ilişkilerimi,
çünkü dediğim gibi yaşamın bir parçasıdır çalışmak ve işyerinde
geçen zamanım. İyi kötü bir para kazanıyorken kazandığım parayı
da sonuna kadar hakettiğime inandım; budur beni geceleri onbirde daha
yastığa başımı koyamadan uyutan huzur içinde...
Güneşli'ye taşındığımızdan beri başımın
üzerinden geçiyordu uçaklar. Aklımı çelip çelip duruyorlardı. Bir çılgınlık
yapmak geliyordu içimden ama dedim ya neden? ...
Asık suratlı insanları
anlayamıyorum ben, ciddiyetle asık suratın ilişkisini hiç
kuramayanlardanım çünkü işini ciddiyetiyle ve gülümseyerek
yapanlardanım. Dedik ya güzelleştirmek gerek insan ilişkilerini;
sevmek gerek sevilmek gerek o yüzden yüzünden tebessümü hiç eksik
etmemek gerek. Şükür
ki sıkı sıkıya bağlı olduğum insanlar var çevremde, hep elele
verip kotarıyordık işleri. Herkes özünde birbirinden farklı, farklı
hayallerin peşindeler ama buluşma noktamız o kadar sıcak ve samimi ki
bu beni gerçekten çok mutlu ediyor, hayatın bana hediye ettiği güzellikler
de var burada, ufuk açıcılar yaşama bağlayıcılar; yoksa çekilir çile
olmazdı bu koşuşturmaca.
Ama o da ne? Bir sihirli değnek dokundu
birdenbire ve kendimi yüzlerce işimin arasında en zevk aldığım olanı,
pazarlamanın içinde buluverdim bir günde... Satış'tan komple uzaklaşıp,
sadece pazarlama ile ilgilendiğim, hatta ithalat ile... Yabancı dilimi
kullanabileceğim, anlık ve günlük koşuşturmacaların değil, planlı
programlı çalışmaların, vakti saati belli projelerin oluşturulmasının
ve uygulanmasının gerektirdiği projeler. Onca yorgunluğun ama buna rağmen
başarmış olmanın ardından geliveren bir huzurlu çalışma ortamı? Rüya
olabilir miydi bu? Normal insanlar gibi bir çalışma temposu, inanılır
gibi değil ama gerçek son dönemde karşıma çıkıveren
birdenbire. Tam da gönül bağlarımı koparmışken beni böylesi kararsız
bırakıveren bir gelişme...
Yine de aklımda martı kanadı? Neresi burası?
Yaş otuz diyor çığlıkları. Eğer beyaz yaka ise yirmi yıl sonrası
kanatları daha çok çırpmalı, bordo önlükse eğer şöyle bir salto
atmalı, bir sahil kasabası ise eğer gün batımını seyredeceğim yer
bir ömür hayattan neyi beklediğinin bilançosunu çıkarmalı. Hiç
olmadı dönüp bakmadan ardına, uçmalı, uçmalı, uçmalı...
Beni korkutan kuşların peşine takılıp
kaybolmak değil, ekmek kavgasında kendimi kaybetmek asıl çekindiğim.
Durup dinlenememek, soluklanamamak belki de ne yaptığımın nerede olduğumun
ve hatta nereye gidemediğimin farkına varamamak.
Bir anlaşma yapmışım, yaşamımın bir bölümünü
emeğimi satarak kiralamışım ama unutmamalıyım ki kendimi topyekün
teslim ediyor olmamalıyım. Kendi iç dengemi hep korumalıyım. Her akşam
iş çıkışı zevkle gidebildiğim bir evim oldu hep; yaşamın renkleri güzel
insanlar dediğim dostlarım var; iyi-kötü çalışıp para kazandığım
bir işim de vardı; daha ne istiyordum be adam kır dizini otur aşağı değil
mi? Değil dostum, hayat bu kadar basit görünse de o kadar basit değil.
Yaşam ırmağına şöyle bir dışarıdan baktıkça alışkanlıklarımız,
koşullanmalarımız nasıl da benim sandığımız seçimlerimizin içine
işlemiş. Nasıl daha iyi olabilirizin derdindeyim ben kendi adıma, o yüzden
durup dinlenmeksizin anlatmalarım...
Dayanıp dinleyebildiysen beni buraya kadar ne
ala? Belki anlatabildim söylemek istediklerimi belki anlatamadım ama
olsun, ben söyleyeceğimi söyledim ve rahatladım. Bu beyin hiç
susmayacak anlaşılan, hep düşünecek ve düşünecek...
Hadi bakalım, iş başına dedik önce Antalya'nın yolunu tuttuk,
sertifikamızı aldık. Sonra da döndük vatanımıza başladık The
Ritz-Carlton'da çalışmaya; bakalım yeni hayat neler getirecek? Beraber yaşanıp
beraber görülecek...
Aşkla
...
 |